13 Temmuz 2011 Çarşamba

Asaletin Yeter!



Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.


Cahit Sıtkı Tarancı




Se
vgili Amca'cığım;
yokluğun Temmuz gecelerimizi soğuttu. Yaz yağmurları ansızın gelir, ne var ne yok alır götürürmüş. Böyle mi gidecektin sen de? Artık kurumaz ki ayağımızın altındaki toprak...
Hüzünlü bakışlar kaldı geride, nasıl gülelim?

Eşsiz gülümseyişini özlemiş ablan. Bütün resimlerini ondan uzak tutuyoruz.

Dedemin dudakları büzülmüş, onu hiç böyle görmemiştim. Arada odaya kapatıyor kendini, kapıyı da kilitliyor, tutamıyor gizlice ağlıyor. Ama çabuk toparlıyor kendini. Çoğunlukla susuyor. ''Songülümü kaybettim'' demişti geçenlerde; seni bu kadar çok sevdiğini biliyor muydun?

Babaannemi bilirsin zaten. Üçüncü evladını da toprağa vermenin ağır yükünü nasıl taşıyacak yorgun ve yaşlı yüreği?

Ailenin en küçük ferdine gelince... Elif konuşmaya başladı. ''Bi vaamış bi yokmuş...'' diye başlayan cümlelerle masal anlatıyor şimdi bize. Gidişinin farkına varmış mıdır, bilmiyorum. Ama ağlayanları görünce, şaşkın şaşkın etrafına bakınıyor. O vakit onun gözlerinde de okuyor gibi oluyorum hasretini.

Babam, ablasının vefatında bırakmıştı sigarayı. Kalbinin ikazıyla hepten uzak durmuştu. Senin gittiğin gün yaktı bir tane, yine başlayacak zannettim. Fakat yarıda bırakıp ayağının altında ezdi. Sonda beni sıkıca göğsüne bastırıp ''sizin için güçlü olacağım'' deyince korkularım silindi.

Amca'cığım... geride bir de henüz 8 aylık çiçeği burnunda dünyalar güzeli eşini bıraktınya... işte buna dayanamıyoruz. ''Canımın içi'' diyor, canımın içi... Seni son yolculuğuna götüren ambulansta, elini tutan titrek elin sahibine ''siz hastanın nesi oluyorsunuz?'' diye soran doktora ''bu benim eşim'' diyerek elini iyice sıktığın ve ''bırakma beni'' dediğin o kimse... son ana kadar yanındaydı.
Hastanede nöbet beklerken, yoğun bakımın girişine gözlerimizi dikmiş vaziyette dudaklarımızdan dualar dökülürken, yine dışardan hangi pencerenin altında yattığını çıkarmaya çalışırken gözlerini yeniden açacağın günü ''doğum günün'' ilan edeceğimizin hayallerini kurduk onunla. Hep beraber seni yeniden kucaklayacağımızı vaad etmiştim ona. Sözümü tutamamışlığın utancıyla, yüzüne bakamaz oldum yengemin...
''Köyde herkes seni merak eder, hiç istemiyorum ki seni biri görsün'' demişsin tatile gelirken. Amca... sen gittin, o ağlarken herkes ona baktı...

Ben... ben de hep yanındaydım amca'cığım. Yoğun bakıma aldılar. Sen uyuyordun. Ve en son ameliyat masasında bırakmıştım seni. Sonra kefenler içinde gördüm seni. İnan, o halinle de çok yakışıklıydın. Ne derdik hep.. ''Asaletin yeter''..

Deli deli esiyor rüzgar yine. Hangi taraftan estiğini de çıkaramadım... içime işledi, üşüdü içim.

Mekanın Cennet olsun..!