16 Ağustos 2011 Salı

Üç'ten Kaldı İki



Hayat bir sebepler zinciridir. Yaşananların mutlaka bir geçmişi vardır. Determinizmden söz etmiyorum. Kuru bir sebep-sonuç ilişkisinden ibaret görmüyorum hayatı. Ama bugün yaşadıklarımız, bir yönüyle ya geçmişte yaşananların yankısı yada gelecekte yaşanacak olanların temelini oluşturuyor. Farkında olmadan bugünden geleceğimizi inşa ediyoruz. Taşları üst üste dizeriz, doğru yapıp-yapmadığımızı o an anlayamayız, ama bir iki adım geri çekilip bina ettiklerimize uzak mesafeden baktığımızda eğrilikleri ve doğrulukları daha net görürürüz. ''Bu taşı da buraya niye koymuşlar, hiç olmadı'' deriz bazen. Halbuki uzaktan bakınca, bütünlük içerisinde ahengi sağladığını görürüz. Kader çizgimiz bu işte...

Bugün iftarda birbirlerine yabancı olan misafirlerimiz vardı. Fakat aralarından bir teyze ve genç bir ablamız bundan iki yıl önce bir uçak yolculuğunda beraber bulunmuşlar, yan yana oturmuş ve yolculuk boyunca muhabbet etmişler. Yemekte karşılaşınca hatırladılar; şaşkınlık içinde hemen o günün hatırası dizildi henüz içilmemiş sıcak çorba tabaklarının arasına: Uçakta sohbetleri koyulaşmış, teyzemiz kızı çok sevmiş ve sanırım biraz fazlaca soru sormuş. Hatta ayrılmak üzereyken telefon numarasını bile istemiş. Hal böyle olunca, hala bekar olan bu ablamız, teyzenin kendisine dünürlük yapacağından korkmuş, başına iş açmamak için nişanlanmak üzere olduğu yalancığını ortaya atmış... Velhasıl, iftar sofrasında teyzenin ''nişanlanacaktın, evlendin mi kızım?'' sorusu bu ablamızın başından aşağı kaynar su gibi döküldü ve büyük bir mahcubiyet içinde - tekrar tekrar özür dileyerek - niçin öyle söylediğini itiraf etmek zorunda kaldı.
Bu olaya çok güldük tabi. ''Teyze, seninle tekrar karşılaşacağımız, hatta aynı sofrada beraber yemek yiyeceğimiz hiç aklıma gelmezdi'' dedi... Bir Alman atasözü vardır: ''Kişiler hayatlarında iki kez karşılaşırlar!'' Bunu 7.sınıfta matematik öğretmenim çok tekrarlardı. Asık suratlı bir kadın olduğu için, söylediklerine pek kulak asmazdım... ama çok doğru bir sözmüş.

Rastlantısal hiç bir şey yoktur. Hayatta kimlerle karşılaşacağımızı seçemiyoruz. Bu karşılaşmaların hayatımıza az veya çok etkisi olur. Bunu da belirleyemiyoruz. Yönlendiririz, yönlendiriliriz. Hepsiyle şu veya bu şekilde yaşanmışlıklarımız olur. Bu yaşanmışlıklarımız tecrübelerimizi oluşturur ve daha sonraki karşılaşmalarda oluşacak yaşantılarımızı belirler.
Aynı insanla tekrar karşılaştığımızda veya öldüğümüzde, hayat çizgimizin o kimselerle paylaşılmış kareleri anımsanır ve konuşulur. Şu kısacık dünya hayatına kaç kare sığdırabildiysen... anımsanmaya değer kaç kare... Ömrün, konuşulduğundan da kısa olduğunu iyice idrak ettiğim şu günlerde, her ikinci karşılaşmayı karşılaşmaya değer kılmanın, ikincisi olmayacaksa ''ikinci bir fırsatım olsaydı, daha güzel ayrılsaydık'' pişmanlığını yaşamadan ayrılmış olmanın kaçınılmaz olduğunu görüyorum.
Büyüklerden birisi demişti ki ''Dünyaya 'üç günlük' diyoruz. Dünya üç günlüktür. Her insanın üç günü vardır ki, o günlerde herkes onun yüzünü görmek ister: Doğduğu gün, evlendiği gün ve öldüğü gün...'' İşte insanın dünyalık şöhreti... Ne kadar kısa ve boş bir hayat, amacına uygun yaşanmadıkca... Gidenlerin arkasından niye üzülüyoruz ki? Sen burada baki misin ki, o da seninle beraber baki kalsın..? Hayat çizgisinde biz de hayli yol katetmişiz. Bak, üç günlük ömründen en fazla iki günün kalmış...

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Bekliyorum III



Yüreğimin ikamet ettiği yer(d)e ayak seslerimi bekliyorum


Gelen o olmalıydı, nerde kaldı...?


***

Şimdi,

Ayak bastığım yerlerin izlerini sürüyorum

Kaybolduğum yerlerde bulmak için kendimi.

***