Ailem hep eczacılık okumamı istemiştir, halamın izinden gidecektim. Benim ilgim ise herzaman ''beşerî ilimler'' diye tercüme edilen -ki ben tam anlamıyla karşılamadığını düşünüyorum- ''Geisteswissenschaften'' alanlarında odaklanıyordu. Sosyoloji, dilbilimi (linguistics) ve özellikle psikolojiden bahsederdim ama ''elle tutulur gözle görülür'' bölümler olmamaları (!) sebebiyle bu alanı aileme hiç sevdiremedim. Sonra ani bir kararla İstanbul'a gidip İlahiyat okumak istediğimi söyleyince hepten büyük bir şok yaşadılar. Ailemizde İlahiyat okuyan ilk kişi ben olacaktım, elbette ailem açısından bunun yanında getirdiği bilinmezlikleri ve belirsizlikleri aşmak çok kolay olmayacaktı.
Ve neticede İstanbul yolunu tuttuk. İlk defa tek yönlü bilet aldım Türkiye'ye ve kayıt işlerinin ardından valizlerimi kalacağım yurdun odasına bıraktıktan sonra bana son kez sıkıca sarılan babam da gidince ilk defa Türkiye topraklarında tek başıma kaldım... Yeri geldiğinde ''vatanım'' dediğimiz ülkenin ne kadar yabancısı olduğumu her sokağa çıkışımda iliklerime kadar hissedişim büyük bir tedirginlik yaratırdı, evet.. ancak bundan daha büyük bir endişem vardı: tutunamamak.
Berlin'in en iyi liselerinin birinden başarılı bir öğrenci olarak mezun olmamın orada bir anlamı olacaktı, ama İlahiyat'ta İmam- Hatipliler arasında daha farklı standartlar sözkonusu olmalıydı... Nitekim İmam- Hatip mezunu eniştem ''İmam Hatip mezunları şakır şakır Arapça konuşur'' demişti. Ancak o mezun olalı yirmi yıl olmuştu.. yirmi yılda nelerin ne kadar köklü bir şekilde değişebileceğini o vakit bilemiyordum... Zihnimde bir İlahiyat portresi vardı.. ''Beklediğimi bulamadım'' şeklinde başlayan klasik cümleler kurmayacağım. Ancak hakikaten, neresinden tutsanız elinizde kalacak gibi geldi bana herşey... Bu bende büyük bir hayal kırıklığı ve isteksizliğe sebep olabilirdi. Ancak değişenin sadece İlahiyat fakülteleri olmadığını, toplum olarak bir değişim sözkonusu olduğunu gözlemleyince, sıkıntının çok farklı yerlerde yattığını anladım. Farkında olmadan öz değerlerimizden çok uzaklaşmışız, bize ait olmayan şeylere canla başla sarılmışız. Ve artık bütün okumalarım bir istikamet gösteriyordu: Bir toplum inşaası. Bir yıldan sonra 'tutunamama' ve 'alışamama' endişelerim de tamamen yok olunca büyük bir sorumluluğun yükünü hissetmeye başladım omuzlarımda. Madem bu yolu seçmiştik, madem bu yola talip olmuştuk ve sıkıntıların farkındaydık, o halde sözü edilen 'toplum inşaasının', yani ihya olmanın, yeniden öz değerlerimize dönüşün bir parçası olmak gerekirdi. Bu heyecan üniversite yıllarımın temelini oluşturdu. Ve şimdi yüksek lisansa da aynı heyecanla devam edeceğim inşallah!
* * *
Sesiniz O Kadar Gür Çıkmış ki,
Arzın Sakinlerinden Duymayan Kalmamıştır;
Haklıydınız,
Hayrın Ve Şerrin Takipçilerine
Bir Nida Sunmalıydınız.
* * *
Sesiniz O Kadar Gür Çıkmış ki,
Arzın Sakinlerinden Duymayan Kalmamıştır;
Haklıydınız,
Hayrın Ve Şerrin Takipçilerine
Bir Nida Sunmalıydınız.
* * *

Belki de önemli ve ayırt edici olan bu gündü...!